Zamanı vaktinde yoksul bir kadınla bir Keloğlan varmış. Bir gün Keloğlan odunları satıp parasıyla haneye dönerken bir tellâlın bağırdığını görür. Tellâlın elinde kapalı bir kutu vardır:
“Bir alan pişman, bir almayan pişman.” diye bağırmaktadır. Keloğlan düşünür, taşınır, bu kutuyu almaya karar verir ve “öyle de battık, böyle de; şu yüz parayı vereyim de bu kutuyu alayım.” der. Kutuyu alıp evine gelir. Annesi de acıkmış, erkek çocuğunun ekmek getirmesini bekliyormuş:
“Keloğlan, ekmek getirmedin mi? Ben acımdan can verdim, kel doz doz, kafası boklu.”
“Anne ben bugünkü parayı buna verdim.”
Keloğlan o kutuyu evin tereğine koyar, kutu orada bir süre durur. Bir müddet sonra o kutu “pat” diye yere düşer, kutunun içinde bir yılan yavrusu. Kadın bağırarak kapıya koşar. Gidip Keloğlan’a haber verirler, Keloğlan gelir. Bu sırada yılan yavrusu dile gelip konuşur:
“Ey insanoğlu, beni babama götürürsen sana büyük bir mükâfat verir.”
“Yahu ben senin babanı nerede bulacağım?”
“Sen beni götür, ben sana işaret ederim, sen de o tarafa gidersin.”
Bunlar yola çıkarlar. Az giderler, çok giderler, azını çoğunu Allah bilir, bir arpa boyu yol ancak gedebilirler. Öyle bir yere gelirler ki hiç insan yok, her tarafta yılanlar var, insanoğlunu görür görmez yılanlar Keloğlan’a hücum ederler. Ancak Keloğlan’ın yanındaki yılan yavrusunu görünce hepsi geriye çekilip bunları selâmlamaya başlarlar. Keloğlan yılana sorar:
“Ne oldu, bu ne hal?”
“İşte bunlar benim babamın askerleri. Benim babam bunların padişahıdır, falanca yerde de babamın köşkü vardır.”
Köşke doğru giderlerken yılan Keloğlan’a tembih eder:
“Şayet babam sana “Ey insanoğlu, dile dileği, vereyim muradını.” derse sen diyeceksin ki;
“Şu dilinin altındaki yüzüğü bana vereceksin.” Sakın başka bir şey isteme, yalnızca o yüzüğü al.”
Yavru yılanın babasının yanına varırlar. Çok sevinen baba der ki:
“Dile dileğini, vereyim muradını.”
“Dilinin altındaki yüzüğü bana ver.”
Bunun elinden yüzüğü alan Keloğlan tekrar memleketine döner. Ancak yolda Keloğlan’da bir pişmanlık belirir. “Yahu ben ne yaptım, adam bana dünya kadar altın verdi de almadım. Bu bir yüzük için altı aydır yoldayım.”
O arada nasıl olursa olur, dilini yüzüğe çalar (yüzüğü yalar). Hemen zebella gibi iki arap peyda olur:
“Ey ağa, buyur; şu dünyayı yakalım mı yıkalım mı?”
“Dünyayı nereye yakıp yıkıyorsunuz? Ne yakın, ne yıkın. Beni şimdi annemin yanına götürün.”
Keloğlan beş dakika geçmeden annesinin yanında olur.
“Tamam, bu yüzükte iş var.” Diye düşünür. Keloğlan padişahın kızını severmiş. Bir gün annesine der ki:
“Şimdi padişahın kızına dünürcü gideceksin.”
“Dozdoz kel, padişah sana kızını verir mi?”
“Verir anne, sen git iste hele.” Perişan kadın korkar. Kendilerinin doğru dürüst yatacak yerleri yok, padişah ona kızını verir mi? Annesi erkek çocuğunun kızdığını görünce:
“Dur bakayım dozdozu kel, belki olur. Olursa olsun, olmazsa ne yapalım.”
Yorum 0