Bir zamanlar bir hanımla kocasının evlatları yokmuş ve çocuk sahibi olmayı fazlaca istiyorlarmış. Gel süre git süre hanım sonunda bir bebek beklediğini farklıymış.
Bigün pencereden komşu evin bahçesindeki güzel çiçekleri ve sebzeleri seyrederken, kadının gözleri sıra sıra ekilmiş hususi bir tür marula takılmış. O anda sanki büyülenmiş ve o marullardan başka şey düşünemez olmuş.
“Ya bu marullardan yerim ya da ölürüm” demiş kendi kendine. Yemeden içmeden kesilmiş, zayıfladıkça zayıflamış. Sonunda kocası kadının bu durumundan öylesine endişelenmiş, öylesine endişelenmiş ki, tüm cesaretini toplayıp yandaki evin bahçe duvarına tırmanmış, bahçeye girmiş ve bir avuç marul yaprağı toplamış. Sadece, o bahçeye girmek büyük cesaret istiyormuş, şu sebeple orası kuvvetli bir cadıya aitmiş. Hanım kocasının getirmiş olduğu marulları afiyetle yemiş fakat bir avuç yaprak ona yetmemiş.
Kocası ertesi günün akşamı çaresiz yeniden bahçeye girmiş. Fakat bu sefer cadı pusuya yatmış, onu bekliyormuş. “Bahçeme girip benim marullarımı çalmaya nasıl cesaret edersin sen!” diye ciyaklamış cadı.
“Bunun hesabını vereceksin!”
Kadının kocası kendisini affetmesi için yalvarmış cadıya. Karısının bahçedeki marulları iyi mi canının çektiğini, onlar yüzünden iyi mi yemeden içmeden kesildiğini tek tek anlatmış. “O zaman,” demiş cadı sesini birazcık daha alçaltarak, “alabilirsin, canı ne kadar çekiyorsa alabilirsin. Ama bir şartım var, bebeğiniz doğar doğmaz onu bana vereceksiniz.” Kadının kocası cadının korkusundan bu şartı derhal kabul etmiş. Birkaç hafta sonrasında bebek dünyaya gelen. Daha derhal o gün cadı gelip yeni doğan bebeği almış. Bebeğe Rapunzel adını vermiş. Zira annesinin ne yapmış olup edip yiyecek istediği bahçedeki marul türünün adı da Rapunzel’miş.
Cadı ufak kıza fazlaca iyi bakmış. Rapunzel oniki yaşına ulaşınca, dünyalar güzeli bir çocuk olmuş. Cadı bir ormanın göbeğinde, yüksek bir kuleye yerleştirmiş onu. Bu kulenin asla merdiveni yokmuş, bir tek en tepesinde ufak bir penceresi varmış. Cadı onu ziyarete ulaştığında, aşağıdan “Rapunzel, Rapunzel! Uzat altın sarısı saçlarını !” diye seslenirmiş. Rapunzel uzun örgülü saçlarını pencereden uzatır, cadı da onun saçlarına tutuna tutuna yukarı tırmanırmış.
Bu senelerce bu şekilde sürüp gitmiş. Bigün bir kralın oğlu avlanmak için ormana girmiş. Daha fazlaca uzaktayken güzel sesli birinin söylediği şarkıyı duymuş. Ormanda atını oradan oraya sürmüş ve kuleye varmış sonunda. Fakat sağa bakmış, sola bakmış, ne merdiven görmüş ne de yukarıya çıkılacak başka bir şey. Bu güzel sesin büyüsüne kapılan Prens, cadının kuleye iyi mi çıktığını görüp öğrenene kadar hergün oraya uğrar olmuş. Ertesi gün hava kararırken, alçak bir sesle “Rapunzel,
Rapunzel! Uzat altın sarısı saçlarını !” diye seslenirmiş. Sonrada kızın saçlarına tutunup bir çırpıda yukarı tırmanmış.
Rapunzel ilkin birazcık korkmuş, şu sebeple o güne kadar cadıdan başkası gelmemiş ziyaretine. Fakat prens onu şarkı söylerken dinlediğini, sesine aşık bulunduğunu anlatınca korkusu yatışmış. Prens Rapunzel’e evlenme teklif etmiş, Rapunzel’de kabul etmiş, yüzü hafifçe kızararak. Fakat Rapunzel’in bu yüksek kuleden kaçmasına olanak yokmuş. Akıllı kızın parlak bir fikri varmış. Prens her gelişinde yanında bir ipek çilesi getirirse, Rapunzel’de bu tarz şeyleri birbirine ilave ederek bir merdiven yapabilirmiş.
Her şey yolunda gitmiş ve cadı olanları asla farketmemiş. Fakat bigün Rapunzel boş bulunup da. “Anne, Prens neden senden daha hızlı tırmanıyor saçlarıma?” diye sorunca herşey ortaya çıkmış. “Seni rezil kız! Beni nasıl da aldattın! Ben seni dünyanın kötülüklerinden korumaya çalışıyordum!” diye bağırmaya başlamış cadı öfkeyle. Rapunzel’i tuttuğu şeklinde saçlarını kesmiş ve sonrada onu fazlaca uzaklara bir çöle göndermiş.
O gece cadı kalede kalıp Prensi beklemiş. Prens, “Rapunzel, Rapunzel! Uzat altın sarısı saçlarını !” diye seslenince. cadı Rapunzel’den kestiği saç örgüsünü uzatmış aşağıya. Prens başına neler geleceğini bilmeden yukarıya tırmanmış. Prens kederinden kendini pencereden atmış. Fakat yere fikir ölmemiş, yalnız kulenin dibindeki dikenler gözlerine batmış. Senelerce gözleri kör bir halde yitirdiği Rapunzel’e gözyaşları dökerek ormanda dolaşıp durmuş ve bir tek nebat kökü ve yabani yemiş yiyerek yaşamış.
Derken bigün Rapunzel’in yaşamış olduğu çöle varmış. Uzaklardan şarkı söyleyen tatlı bir ses gelmiş kulaklarına. “Rapunzel! Rapunzel!” diye seslenmiş. Rapunzel, prensini görünce luktan bir feryat atmış ve Rapunzel’in iki damla mutluluk göz yaşı Prensin gözlerine akmış. Birden bir mucize olmuş, Prensin gözleri açılmış ve Prens görmeye başlamış.
Beraber mutlu bir halde Prensin ülkesine gitmişler. Orada halk onları sevinçle karşılamış. Mutlulukları yaşam boyu asla bozulmamış.
Yorum 0