Bir varmış, bir yokmuş. Bir Keloğlan varmış. Bu Keloğlan zaman içinde büyüyüp gelişmiş. 20 yaşına girmiş. Boylu poslu, mert, yiğit biriymiş fakat emek vermeyi sevmez, boş gezenin boş kalfası misali koca boyuyla gezer dururmuş. Acayip anacığı çalış, para kazan dedikçe, para benim neyime, deyme ana keyfime, yazık olur emeğime, et doldur tabağıma, dermiş.
Günlerden bigün Keloğlan iftiraya uğramış, kolculara yakalanmamak için, dağlara firar etmiş. O yörenin beyi, Keloğlan’ı altınlarımı çaldı diye suçlarmış. Beyin baskısından senelerdir bıkıp usanan köylüler, Keloğlan’a ekmek, yiyecek götürerek onun dağları konut tutmasını sağlamışlar. Bir iki derken, tarlalarda karın tokluğuna çalışmak istemeyen on köylü Keloğlan’ın çevresinde saf tutmuş. Keloğlan gücüne güç katmış ve bigün adamlarıyla düze inerek beyi sindirip korkutmuş. Tarlalarda ırgatlık icra eden köylüler, Keloğlan’ın yanına gelmiş olarak, sen oldukça yaşa emi Keloğlan diye bağırmışlar. Kolcular, Keloğlan’ın etrafını sarınca araya girerek Keloğlan’ı dağa kaçırmışlar.
Olanlardan haberdar olan o ülkenin padişahı tebdil giyim gelmiş olarak köylülerle konuşmuş, Keloğlan’la tanışmış. Onun iftiraya uğradığını anlamış. Sonradan kimliğini açıklamış ve Keloğlan’ı sarayına çağrı etmiş. Sarayda padişahın dünya güzeli kızını gören Keloğlan kıza aşık olmuş. Aslına bakarsan kız da ününü sıkça duyduğu Keloğlan’ı görmeden sevmiş. Sonraki bigün Keloğlan anasıyla gelmiş olarak padişahtan kızını istemiş. Padişah kızını Keloğlan’a vermiş. Düğün günü bey bir kenarda sessiz bir şekilde eğlenceleri izlerken, onun baskısından kurtulmuş olan köylüler oynamışlar, eğlenmişler. Seneler sonrasında bile çocuklarına, torunlarına Keloğlan Dağlar Padişahı diyerek anılarını anlatmışlar.
Yorum 0