Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, cinler cirit oynarken eski hamam içinde bir Padişah varmış. Büyük başın büyük derdi olur derler. Bu padişahın da bir derdi varmış. Şu geçici hayat zehir olmuş kendine, şu darı dünya zindan mı zindan olmuş padişaha. Ne dersiniz ne idi bu padişahın derdi acaba? Kendinizi hiç yormayın ben söyleyivereyim. Padişahın iki gözü de görmez imiş. Göz görmez olurda hayat, hayat olur mu hiç. Onun hayatı, hayat değilmiş işte.Baş vurmadık hekim, kullanmadık ilaç kalmamış. Kalmaya kalmamış ya bi türlü de iyi olmamış. Küsmüş hayata, küsmüş dünyaya. O hayata küsmekte olsun günlerden bir gün o kente bir dervişin yolu düşmüş. Söz sözü açmış, söz dönmüş dolaşmış Padişahın durumuna gelmiş.
Derviş “Kolay o kolay o” demiş. Meğerse derviş Padişahın gözünün nasıl göreceğini, hangi merhemin iyi geleceğini bilirmiş.
“Beni padişaha götürün” demiş derviş. Padişaha haber vermişler.
“Dervişi huzura alın” demiş, padişah. Derviş huzura alınmış padişah “Söyle bakalım derviş baba, gözüm nasıl görecek; gözüme hangi ilâç merhem olacak” demiş.
Derviş “Denizde bir balık vardır padişahım, bu balık diğer balıklara benzemez. Altın gibi sarı, gümüş gibi parlak! Sözün kısası güzel bir balıktır. Bu balık tutulacak, havanda dövülerek bir merhem yapılacaktır. Yapılan merhemden bir parça alıp gözlerinize sürerseniz, gözleriniz derhal görecektir” demiş ve sonra sırra kadem basmış.
Padişah “Ne dilersen dile benden Derviş Baba!” demiş ama vezirler, Derviş sırra kadem oldu haşmetlim, diyerek padişahın sözünü kesmişler. Padişah dervişin Hızır olduğunu anlamış, vezirlerine: “Çağırın oğlumu!” diye emir vermiş. Şehzade huzura çağrılmış.
Padişah. “Oğlum demiş şehzadeye. Denizde hiçbir balığa benzemeyen bir balık varmış. Bu balığı tutar havanda döğer bundan yapılan merhemden gözlerime sürersem derhal görecekmişim. Tez elden emir ver, bu balığı tutsunlar, tutanlara hediyeler vereceğimi halka ilan et.”
Bunu duyan şehzade “baş üstüne babacığım, derhal!” demiş ve huzurdan ayrılmış.
Şehzade yurdun dört bir tarafına ulaklar salmış. Balığın eşkâlini tarif ettirmiş halka. Haberi alan halk adeta sevinçten bayram yapmış. Bir taraftan padişahlarının gözleri görecek, bir taraftan da balığı tutarlarsa büyük bahşişler alacaklar. “Balığı tutan ben olayım” gücüyle elleri kolları sıvayıp açılmışlar denize. Günlerce uğraşan binlerce balıkçı bir türlü tarif edilen balığı tutamamışlar. Bugün tutacağız, yarın tutarız hülyalarıyla gece gündüz kürek çekip, ağ atmışlar olta sallamışlar heyhat bir türlü balık yok. Yok, olunca da ne yapsınlar ümidi kesmişler. Halk ümidi kese dursun biz gelelim saraya. Padişah “Allah büyüktür bir gün olur oltanın birinde çıkıverir, ağlardan birine takılıverir demiş. Hakikatta öyle olmuş. Tam ümitlerin kesildiği herkesin matemlere daldığı bir günde tarif edilen balık, ihtiyar, fakir bir balıkçının ağına takılmaz mı? Bu öyle bir balıkmış ki balıkçının sevinçten aklını başından almış. Koşmuş balıkçı şehzadeye. Şehzade balığı görünce hayretten gözleri fal taşı gibi açılmış. Nasıl açılmasın ki balığın pulları altın gibi sarı, gümüş gibi parlak, gözleri mavi mavi. Kıyılıp da havan da döğülecek bir balık değilmiş meğer. “Ne yapsam, ne yapsam” diye kararsızlık içinde kalmış şehzade. En sonunda içinden bir ses gelmiş: “Bu güzelim balığa nasıl kıyılır, bundan iyi olacak gözler görmeyiversin. Sal balığı!”. Bütün gücü kayboluvermiş şehzadenin. Sanki büyülenmiş. Elleri gevşemiş, gevşemiş ve balığı salıvermiş. Balık suya cup, düşüp kaybolmuş.
Şehzade saraya dönünce Padişah babasının yanına koşmuş. Babası sevinçle “Getirdin mi balığı oğul?” demiş. Şehzade “Babacığım, babacığım beni affet! Balık o kadar güzel, o kadar güzeldi ki kıyılıp da havanda dövülecek balık değildi. Kıyamadım salıverdim onu.”, diyebilmiş ve olduğu yere yığılıvermiş. Gazaba gelen padişah “demek balık benden kıymetli, gözüm iyi olmayıversinmiş. Defol karşımdan, senin gibi evlâdım yok benim artık!” diye bağırıp çağırmaya başlamış.
Şehzade kulağı kuyruğu kısıp sıvışmış huzurdan. Maiyetine bir hizmetçi alarak başını alıp gurbet ele revan olmuş. Kâh yürürler, kâh bir pınar başında biraz dinlenerek epiyce yol almışlar. Dinlenme sırasında hizmetçi yemekleri hazırlamış Şehzade sofraya oturur ve uşağa “haydi bakalım sen de gel!” dermiş. Hizmetçi de hemen hacetli imiş ki hemen sofraya Cezayir dayısı gibi kurulmuş. Şehzade ise buna kızar “böyle uşak olmaz” dermiş içinden. Buyur etmeyiversin diyeceksiniz ama şehzade de bir onu yapamıyormuş işte. Ne olursa olsun buyur edermiş herkesi. Buyur edermiş ama kimsenin de sofraya oturmasını istemezmiş. Yanındaki uşak bir türlü durumu ya anlamazmış yahut da işine öyle gelirmiş. Bir böyle iki böyle derken sonunda yanamamış uşağı başından savmuş. Ve yola yalnız başına devam etmiş. Hem yoluna devam eder hem de rast geldiği köylerden kasabalardan kendine yarayışlı bir uşak ararmış. Fakat gönlünden geçirdiği uşağı bir türlü bulamazmış. Derken epeyce köyler, kentler geçmiş sonunda karşısına civa gibi bir adam çıkmış. “Ben sana uşak olurum” demiş şehzadeye. Şehzade de beğenmiş adamı. Uşak olarak almış yanına. Bu adamın “Balta Bıyık” mış adı. Şehzadenin kıyamayıp denize salıverdiği babasının ondan yapılacak merhemli gözlerinin göreceği, onun yüzünden diyarı gurbete çıktığı ve bu meşakkatlere katlanmasına sebep olan altın renkli, gümüşleyin parlak, mavi gözlü o güzelim balık yok mu? İşte Balta Bıyık onun tam kendisi imiş. Şehzadenin yaptığı iyiliği bir türlü unutamamış meğer. Şehzadenin bir uşağa ihtiyacı olduğunu anlayınca koşmuş ona uşaklığa. Şehzadenin “Balta Bıyık” ın ne olduğunu denize salıverdiği balığın insan olacağını nereden bilsin. Gaipten bilici değilmiş ki uşağının neyin nesi olduğunu anlasın. Uşak mı uşak demiş ve almış yanına o kadar.
Şehzade ve Balta Bıyık yollarına devam etmişler. Yoruldukları yerde dinlenmişler, dinlendikleri yerde yollarına devam etmişler. Derken bir hana rastlayıp orada konuklaşmışlar. Balta Bıyık hemen sofrayı hazırlayıp efendisini buyur etmiş. Şehzade “Balta Bıyık sen de gel” demiş fakat Tanrı’dan olsa da gelmese demiş içinden. Balta Bıyık “Buyurun efendim, afiyet!” demiş. Şehzade bir “oh!” çekmiş içinden: “Aradığım uşağı yeni buldum” diye şehzade huzur içinde yemeğini yemiş. Biraz sonra da yatak odasına geçip güzel bir uykuya dalmış. Vakit gecedir. Balta Bıyık silahlarını alıp nöbete geçmiş. Buna sebep ne diyecek olan olur. Cevabını verelim. Han cinlerin ve perilerin yatağı imiş. Hana gelen yabancılar diri girer, ölü çıkarmış. Çünkü yabancılar bu hanın cinlerin yurdu olduğunu bilmezler ve destursuz girerlermiş hana. Buna kızan cinler de gece toplanırlar hana gelen konukları boğarlarmış. Balta Bıyık bunu bildiği için nöbete geçmiş. Şehzadeye bir zarar gelmesin diye. Filvaki dediği de olmuş: gece yarısı olunca cinler toplanmaya başlamışlar hanın önündeki meydanlığa. Hepsinin toplandığı kanaatına varan Balta Bıyık nişan alıp boşaltmış silahı cinlere. Cinler darmadağın olmuşlar fakat içlerinde biri cinleri başı vurulmuş. Ve bir kara keçe oluvermiş. “Artık uyuya bilirim” demiş Balta Bıyık. Yatağına uzanmış, rahat bir uykuya dalmış.
Sabah olunca Şehzade uyanmış, etrafına şöyle bir göz atmış. Hanın ön tarafındaki meydanlıkta bir kara keçe şeklinde bir yığıntıya gözleri ilişmiş. Hayretle “Bu da nedir?” demiş içinden. Sonra “Balta Bıyık, Balta Bıyık demiş bu kara keçe nedir.” Balta Bıyık “Gece göçebeler konakladı belki onlardan kalmıştır” diyerek Şehzadeye durumu çaktırmamış.
Hazırlanarak tekrar nereye varacağı belli olmayan yollarına revan olmuşlar. Az gitmişler uz gitmişler, dağlar aşıp, ovalar geçmişler günün birinde bir büyük kente vasıl olmuşlar. O kentte bir dünya güzel varmış. Ona kim talip olursa zifaf gecesine diri girer ölü çıkarmış. Bizimkilerin vardıkları zamanda “Yok mu talip!” diye tellallar çağırıyormuş. Balta Bıyık ileri atılmış “Biz varız!” diye. Şehzade önce şaşırmış ve kabul etmemişse de sonra kabul etmiş.
Akşam olunca dünya güzel ile şehzadeyi gerdeğe katmışlar. Balta Bıyık kapıyı sağdış olarak beklemiş. Onlar derin bir uykuya dalınca Balta Bıyık anahtar deliğinden gözlemeye başlamış. Acaba taliplerin ölümüne sebep nedir diye. O anda bir evran1 kızın ağzından çıkmaya başlamaz mı? “Tamam demiş Balta Bıyık, ölüme sebep budur. Talipleri bu evran sokup öldürüyor” Nişan alıp boşaltmış silahı evrana. Evran derhal ölmüş. Koşmuş Balta Bıyık evranı çekip almış. Çıkarken evranın kuyruğu Şehzadenin yüzüne dokunu vermiş. Şehzade sıçrayarak uyanmış. Balta Bıyık’ı görünce “Ne var Balta Bıyık, nedir yüzüme dokunan o soğuk şey?”. Bir şey olmamışçasına “Bir şey yok efendim, kedi sıçrayı verdi de onu dışarı çıkardım” demiş Balta Bıyık. Şehzade tekrar dalmış uykusuna. O uyumakta olsun Balta Bıyık tekrar beklemeye başlamış. Ne duru durmaz bir evran daha çıkmaya başlamış kızın ağzından. Hemen nişan almış ve tetiğe basmış Balta Bıyık. Fakat tüfek ateş almamış. Bir daha, bir daha tetiğe basar amma bir türlü ateş aldıramamış tüfeğe. Bakmış ki yılan şehzadeyi sokacak, aniden kararı vermiş. Bıçağı çekip fırlatmış yılana. Bereket versin ki bıçak yılanın tam can evine tesadüf etmiş de yılan derhal ölmüş. Değilse Şehzade de diri girecek zifaf gecesine, ölü çıkacaklardan olacakmış. Yılanın öldüğünü gören Balta Bıyık, koşmuş yılanı çıkarmış kızın ağzından. Götürürken aksilik olacak ya yine yılanın kuyruğu bu sefer de şehzadenin burnuna dokunmaz mı? Sıçrayıp kalkmış Şehzade. “Aman Balta Bıyık, bu da nedir?” demiş. Balta Bıyık: “Yok bir şey efendim fare atlayıverdi de” demiş. Şehzade tekrar uykusuna dalmış: Balta Bıyık da nöbetine geçmiş. Sabaha kadar beklemiş ama bir yılan daha çıkmamış.
Sabah olunca halk yollara, meydanlara, akın etmiş, durumu öğrenmek için. Bakmışlar ki şehzade sağ. Hayretten ağızları açık kalmış, şehzade, dünya güzeli ve Balta Bıyık şehre elveda deyip yollarına revan olmuşlar. Git bunda gel bunda derken bir pınar başına varmışlar. “Azıcık dinlenelim” demişler. Bu sırada Balta Bıyık: “Eee! Şehzadem demiş şimdiye değin hiç ses çıkarmadan, sen de aldırmadın. Bu kadar vurdumduymazlık olmaz: Bu kadın ikimizin olacak” Şehzade: “nasıl olur, Balta Bıyık? Lâzımsa al senin olsun.”, demişse de o, “olmaz illâki ikimizin olacak diye tutturmuş. Sonunda da Şehzade hık mık etmeye başlayınca “Yo o kadar değil deyip kızı tuttuğu gibi baş aşağı etmiş ve kızı silkmeye başlamış. Bu o kadar kısa bir zamanda olmuş ki şehzade de ne yapacağını şaşırmış. Kız da. Tir tir titremeye başlamış kız. Balta Bıyık silktikçe kız tamamen korkmuş ve ağzından bir torba “Pat!” deyip düşmüş. Balta Bıyık koşup torbayı açmış. Bakmış ki durum çok fena. Torbanın içi evran yavrularıyla doluymuş: Şehzadeye işaret ederek: “İşte Şehzadem çıkarmak istediğim şu melunlardı. Bunların büyüklerini gerdek gecesinde öldürdüm. Bu güzelin talipleri öldürdüğüm evranlara kurban gitmişlermiş. Muhakkak siz de onların akibetine uğrayacaktınız: Fakat ben meydan vermedim. İlkinde kedi atladı diye size çaktırmadım. Sonrakinde fare atladı diyerek durumu sezdirmedim. Düşündüm taşındım bunların gerisi de vardır diye. Ne yapayım da gerisini çıkarsam dedim ve sonunda biraz önceki usule başvurdum. Görüyorsunuz ya dünya güzelinde zere kadar da olsa gözüm yok. Zaten olamaz da. Çünkü iyilik edene kemlik mi edilir? Siz benim hayatımı kurtardınız, bağışladınız. Ben de bu iyiliğinize karşılık şükran borcumu ödedim. Haydi, dostum, ülkeniz, anneniz, babanız sizi bekliyor. Bir millet sizi bekliyor. Lütfen şu pulu alınız Padişah babanızın gözlerine sürünüz, o zaman göreceksiniz babanızın gözü derhal açılacak ve görecektir, demiş pulları şehzadeye vermiş. Sonrada : “Alik bilmezse balık bilir” demiş ve sırra kadem olmuş.
Şehzade ve dünya güzeli bu olay karşısında donup kalmışlar. Neden sonra akılları başlarına gelmiş. Birbirlerine sarılmışlar. Bilmem ne kadar zaman geçmiş. Sonra ne içinde memleketlerine dönmek üzere yollarına revan olmuşlar. Günlerce yol tepmişler. Yoruldukları yerlerde dinlenmişler. Derken günün birinde ülkelerine gelip ana ve babalarına kavuşmuşlar. Balta Bıyığın verdiği pulu padişahın gözlerine sürmüşler. Pul gözlere değer değmez padişahın gözüne, gönlüne bir ışık huzmesi doluvermiş. Yeniden umut dolu bir hayat başlamış padişahta.
Bu hayırlı haberi duyan bütün ülke sevinmiş, düğün bayram yapmışlar. Bu sevinçli mutlu günlere bir gün daha eklenmiş. O da dünya güzeli ile şehzadenin düğünleri. Padişah oğlu ile gelinine kırk gün kırk gece devam eden bir düğün yaparak onları da muratlarına erdirmiş.
Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.
Mine Coşkun tebrik ederim.