Yaşasın Doğruluk Masalı
Yaz mevsiminin ilk aylarıydı. Okullar tatile girmişti. Üçüncü sınıfı bitirmiştim. Bir kursa yazdırayım diyordu babam. Birazcık dinlen demişti. Okul yorgunluğunu üstünden at.
O gün arkadaşlarla bilye oynuyorduk. Hava bulutlanmaya başlamıştı fakat bizim oyunun en heyecanlı yerinde yağmur başladı. Biz oyuna devam etmeliydik. Devam edecektik fakat bir yer bulmalıydık. Dostum Ata bizlere çıkalım dedi. Atalar apartmana kış ortasında taşınmışlardı. Taşınalı dört beş ay olmuştu. Ben ve yanımda iki dost da onların balkona çıktık. Yaz yağmuruydu birazcık ıslandık fakat acele kuruyacaktı üstümüz. Hem de bölgeler acele kururdu. Yağmuru seyretmeye başladık. Bilyeleri minik torbalarla balkona koyduk. Dostlar gittiler. Biz Ata ile konuşuyorduk. Yağmur dinince yeniden oyuna başlayacaktık.
Ata’nın minik kardeşi Mutti de yanımıza gelmişti. Asla farkına varamadık. Ansızın bilye torbasını almış olduğu benzer biçimde dokuzuncu katın balkonundan aşağı attı. Atılan bilye torbası benimdi. Bilye torbası dokuzuncu kattan öyleki süratli düştü ki; aşağından şiddetli bir şangırtı sesi geldi. Bir baktık. Sonradan Görme amcanın otomobilinin camı parça parçaydı. Atanın kardeşi derhal içeri firar etti. Gürültüye görevli ve balkonlardan komşular çıktı.
Ata’nın anası sesi duyup balkona geldi. Ne oldu diye sordu. Kim attı bilyeleri dedi.
Ata;
– Musti’nin Musti’nin bilyeleri!
Şaştım kaldım ne diyeceği bilemedim.
– Hayır ben atmadım! Bilyeler benim fakat;
– Ben atmadım!
Sonradan Görme amca dışarı çıktı. Aslına bakarsanız yağmur damlasa, kuş konsa, sinek pislese elinde bir bez o yarı eski model otomobilini silerdi. Sanki yanında hep temizleme bezi bulunurdu. Pekte arabayı kullanmazdı. Otomobili hep yerinde dururdu. Bu yüzden ona sonradan görme diyorlardı.
Ata’nın anası aşağıya bağırdı;
– Bizim balkondan atılmış fakat, bilyeleri Musti atmış.
Sonradan Görme amca benden ilkin bizim kapının önünde bitmişti.
– Arabanın camını derhal taktırın taktırın; yoksa fena olacak diye bağırıyordu.
Tam o sırada bende dokuzuncu kattan aşağı indim.
– Anneme;
– Bilyeler benim fakat; Ata’nın kardeşi Mutti aşağı attı dedim.
Annem;
Beyim işten gelsin konuşursunuz diyerek Sonradan Görme amcayı gönderdi. Akşam olmuştu. Babam eve döndü. Karşısında iki tane polis ve sonradan görme amcayı görünce şaşırdı.
– Bak arabamı ne hale getirdi. Senin ufaklık diye bağırıyordu.
Babam şaşa kalmıştı. Polisler vakası babama anlatılar. Kabahat tamamen bana kalmıştı. Ben suçlu değildim.
Babam;
– Tamam ne gerekirse, siz yaptırın. Ben harcamasını öderim dedi, lakin oldukça hiddetlendi. Sonradan Görme amca camın parasını peşin istiyordu.
Babam;
– Işgören bey şu adama bir şeyler açıklayın, ihtiyaç duyulan her neyse vereceğim eğer benim çocuğum kırmışsa dedi.
Ben oradan atıldım konuşmaya;
– Hayır hayır ben atmadım dedim.
– Babam döndü “bak çocuk ben atmadım diyor. Babam tekrar memur bey bu durum da benim çocuğum suçlu değil” dedi. Ata’nın babası da geldi.
– Beyefendi sizin çocuk korkudan “ben yapmadım” diyor. Yalan söylüyordur.
Babam;
Çocuğum korksa da yalan söylemez ben onu öyleki yetiştirdim dedi.
Ata’nın babası;
– Çocuk değil mi? Beyefendi!
Ata ve kardeşini de çağırdılar.
İkisi de bir ağızdan
– Musti Musti attı, bilyeleri dediler. Vallah billâh! Vallah billâh!
Ben donmuş kalmıştım. Yalan yere birde yemin ediyorlardı. Babam bizlere yemin ettirmezdi. “Doğru söz yemin istemez derdi”. Babamın yüzünden ter boşandı. Ben ağlamaya başladım.
Babam;
Sonradan Görme amcaya “özür dilerim ne gerekirse yaptır. Yapılan hasarın masraflarını ben öderim” dedi.
Ben eve gittim.
– Onlar hem yalancı hem iftiracı dedim. Babam bana kızdı. Sus! Çocuklar yemin ediyorlar. Sen niye yalan söylüyorsun deyip benim birazcık kulağımdan çekti. Tekrar dışarı çıkmak yok sana dedi.
Babamı dinlemek zorunda kaldım. Yoksa cezam artacaktı. Sabah olmuştu. Apartmanın evlatları aşağı inmişlerdi. Ben dışarı çıkamıyordum, cezalıydım. Haftanın salı günüydü, dışarı çıkmayacaktım. Fakat; cuma günü muhakkak çıkacaktım. Zira; cuma namazına gidecektim.
Balkondan; iftiracılar diye bağırdım!
Onlarda, öteki evlatları derhal kendi tarafına çektiler hep birlikte; koro şeklinde anlatmaya başladılar.
İftiracı Musti/ Yalancı da kendisi
Oldukca zoruma gitmişti. İftira üzerine kara çalma atıyorlardı. Birde arkadaştık. Onlarla bağrışmamı annem duydu. Birde babandan balkon cezası alacaksın dedi. Demeye kalmadı. Anası bizim kapıda bitti. Çar acele annesine benim iftiracı yalancı dediklerimi annelerine götürmüşler. Sanki kendileri bir şey söylememişler benzer biçimde.
Anneleri;
– Çocuklarımı, çocuğun rahatsız ediyor balkonda diye anneme şikâyet üzerine şikâyet gene ben suçlandım. Bir balkon cezasında annem verdi. Hem dış dünyam hem de iç dünyam sıkılmaya başladı. Ben yalancı değildim. Lakin babam eskisi benzer biçimde “benim temiz kalpli çocuğum, bağrında kötülük barındırmayan çocuğum” diye sevmiyordu. Hepimiz çocuklarına beni örnek gösteriyordu.
– Ne kadar akıllı temiz kalpli çocuk derlerdi. En oldukça içerlediğimde buydu. Sanki yalanı söyleyen ben, birde kara çalma atan fena çocuk olmuştum, babamın gözünde. Bunlar yetmiyormuş benzer biçimde birde cezaları çabasıydı.
Babam eve geldi. Eskisi benzer biçimde yanına gitmiyordum. Yemekte, sofraya da oturmadım. Hatta; o gün yiyecek dahi muntazam yememiştim. Ufak kardeşimle birazcık oynadım fakat içimde devamlı bir sorun vardı.. Anne ve babamın her insanın gözünde fena çocuktum. Bir tek gerçeği Tanrı bilirdi. Her insana küstüm. Dünyaya küstüm. Sabah erken kalkmaz oldum. Sabah kahvaltısına kalkmadım. Kalkıp birazcık bir şeyler yiyordum. Odamın penceresinden dışarı bakıyordum. Hepimiz dışarıda geziniyor. Çocuklar oynuyor. Ben ise odamda duruyordum. Kitap okuyordum. Kitap okumayı öncesinden oldukça sevdiğim halde asla sarmıyordu. Hep aklımda iftiraya uğradığım. Anne ve babamın sevgisini, onların itimatını kaybetmem, hatta içimde onlara dahi bana inanmadıkları için kin duymaya başlamıştım. O, mutlu yaşama luğu olan, herkesi seven, her insana yardım yapmayı isteyen, herkesi gözünde temiz kalpli çocuk olan Musti şimdi sanki her insana düşman olmuştu. Üç dört günde kendimi halsiz ve kuvvetsiz hissediyordum. Ayaklarımda çekilmeler ve sızılar vardı. Kollarım tutmaz oldu. Parmak uçlarım cansızlaştı. Artık yatakta yatmak istiyordum. Kimselerle konuşmak istemiyordum.
Gün cuma olmuştu.
Annem;
Rengin sararıp soldu, Mustafa’m dedi. Bu akşam babanla konuşacağım, cezanı kaldırsın. Ne olduysa oldu. Biz senin doğru söylediğine inanıyoruz. Diyerek bana sarıldı. Kalk kahvaltını yap. Abdestini al, Cuma namazını kıl, eve dön, hiç kimseye de sataşma. Birlikte çarşıya çıkalım dedi. Alış veriş yaparız, yüzün gözün açılır dedi. Hem baban “cuma namazına gitsin Mustafa” dedi, evden çıkarken.
Benim birazcık içim açılır benzer biçimde oldu. Birazcık sıkıntılıda olsa rahatlamıştım. Apartmanın evlatları namaz kılsa da kılmasa da cuma günü camiye gelirlerdi. Bizlerden küçükler. Bahçesinde oynardı. Bizde cuma namazını kılardık.
Kimse ile konuşmadan camiye girdim. İmam amca hutbeye başladı. Mevzusu yalan ve kara çalma idi. Yalan ve iftiranın büyük günahlardan bulunduğunu ayetlerle, hadislerle deklare etti. Yalnız şurasını anladım “iftiraya uğrayan kişi affetmese, iftira atan cennete giremez” diye birkaç kez üstünde dura dura söylemiş oldu.
Camiden çıktım, apartmanın evlatları Ata ve Mutti’yi de camiye getirmişlerdi. Onları cami kapısında gördüm. İkiniz de cennete giremeyeceksiniz dedim. Eve doğru yürüdüm.
Annemle biz çarşıya çıktık. Akşam eve döndük, babamda bana “Sana inanıyorum oğlum” dedi, seni yüzme kursuna yazdıracağım, orayı gidip gelirsin dedi. Babamın boynuna yedi gün oldu, ilk kez sarılıyordum. Birazcık daha rahatlamıştım. Sabah oldu ailece kahvaltı yapıyorduk. Gün cumartesiydi. Kuşluk vakti olmuştu. Bizim kapının zili acı acı çaldı.
Annem;
Hayırdır inşallah deyip.
Kapıyı açtı.
Karşımda ne göreyim! Ata, Musti ve anası;
– Çocuklar dün akşamdan beri ağlıyorlar; “biz iftira attık. Cennete giremeyeceğiz, cennete giremeyeceğiz diye yakınıp ağlıyorlar.” Gerçek ortaya çıkmıştı. Benden mutlu insan yoktu. Yaşasın yaşasın! Doğruluk galip, geldi diye haykırdım.
Masalın yazarı; Muallim AYHAN BİNGÖL
Yorum 0